fbpx

Gebelik Sürecinde ve Doğum Sonrası Cinsellik

Cinsellik doğum öncesi başlayıp yaşam boyu devam eden, sadece cinsel organları değil, tüm bedeni içeren bir kavramdır. Cinsellik; cinsel kimliğe sahip olma, öğrenme süreci ve erotik zevk duyma özelliklerini içeren, fiziksel, zihinsel ve sosyal yönleri olan, çiftler arasında olumlu ilişkileri kolaylaştıran, sevgiyi zenginleştiren bir bütün olarak ele alınmaktadır.

Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ)’ne göre cinsellik fiziksel, duygusal, entelektüel ve sosyal yönlerin kişiliği, iletişimi ve etkileşimi artıran etkilerinin bileşiminden oluşmaktadır. Cinsellikte; psikolojik, sosyal, ekonomik, politik, kültürel, hukuki, tarihi, dini, biyolojik ve ruhsal faktörler etkili olmaktadır.İncesu’ya göre; “cinselliğin hem en çok merak edilen hem de en çok yasaklanan hem en çok konuşulan hem de aslında hiç konuşulmayan, çok bilindiği iddia edilen ama aslında çok az bilinen, zorlu bir konu olduğu belirtilmektedir. Özellikle gelişmekte olan toplumlarda cinsellik üzerine çeşitli mitler oluşturulmakta, bu durum ise kadınların cinselliğe ilişkin bilgi ihtiyacını arttırmaktadır. İçgüdüsel bir dürtü olan cinsellik ve cinsel işlevler başta merkezi sinir sistemi, olmak üzere bedenin işlevlerinin tümüyle katıldığı karmaşık süreçler barındıran eylemler dizisidir. Bu nedenle Başta hastalık, kullanılan ilaç ve maddeler gibi bedeni etkileyen her etken ile gebelik, menopoz, ergenlik gibi her dönemsel durum cinselliği de etkileyebilmektedir. Cinselliğin sağlıklı ve mutlu olarak devam edebilmesi için bedensel işlevlerin sağlıklı olarak devam etmesi gerekmektedir.Kadınların gebelik dönemi gibi fizyolojik ve psikolojik değişikliklerinin yoğun yaşandığı bir dönemde, cinselliğin sağlıklı bir şekilde devamı için bilgi gereksinimi artmaktadır.Cinselliğin fizyolojisinin bilinmesi gebelikteki değişikliklerin değerlendirilmesi açısından önemlidir.Cinselliğin nasıl yaşandığını ve hangi değişimlerden etkilendiğini belirleyen araştırmalar incelendiğinde; gebelik yaşı ilerledikçe cinsel istek, cinsel ilişki sıklığı, orgazm ve cinsel tatmin gibi işlevler azalmaya yol açtığı saptanmıştır Gebelikte cinsel aktivitenin devam ettiği fakat kadınların büyük kısmında özellikle son trimesterde cinsel ilişki sıklığında ve cinsel istekte azalma olduğu gösterilmiştir. Gebelikte orgazmın yaşanması bireysel değişiklikler göstermekte, ancak cinsel tatminde genel bir azalma olduğu belirtilmektedir.

Gebenin yaşadığı psikolojik, fizyolojik ve sosyal değişimler cinselliğini doğrudan etkilemekte, cinsel yanıt döngüsü gebeliğin dönemlerine göre farklılıklar göstermektedir.

Birinci trimester: Gebeliğin ilk trimesterinde kadınların cinsel isteklerinin bireysel farklılıklarına göre değişiklik gösterdiği belirtilmektedir. İlk trimesterde kadın gebeliğinin farkında olmadığı için cinsel aktivitede değişiklik meydana gelmeyebilmekte veya gastrik distres, bulantı-kusma, yorgunluk, uykuya yönelim, genel fiziksel rahatsızlık, meme ve vajinal rahatsızlık gibi libidonun azalmasına yol açan faktörlerin etkisiyle cinsel istekte azalma yaşanabilir . Gebeler kokuya karşı yaşadıkları hassasiyet ve hormonal değişimlerin etkisi ile eşlerinden uzak kalma eğilimi gösterebilmektedirler.0

İkinci trimester: Cinsel birlikteliğin sürdürülmesi açısından en uygun dönem olduğu ifade edilmektedir. Kadınlar ve eşleri bu dönemde gebeliğe fiziksel ve psikolojik olarak uyumludurlar. Birinci trimesterda yaşanan yakınmalar azalmış, kadınlar gebelik ve bebeklerine odaklanmış, kabullenmişlerdir. Bu dönemde gebeliğin ilerleyişi ile birlikte bebeğe zarar verme korkusu, cinsel ilişkinin günah ve annelikle bağdaşmayan bir durum olarak görülmesi gibi durumlar nedeniyle cinselliğe karşı olumsuz tavırlar sergilenebilmektedir. Çelişkili olarak, bazı kadınların bu kaygılara karşı geliştirdikleri savunma mekanizması olarak cinsel isteklerinin artabildiği de görülmüştür. İlk gebeliğini yaşayan genç kadınlarda anneliğin bir yaşlılık belirtisi olarak algılanması durumu, cinsel yaşamlarını olumsuz etkiler. Pakistanlı kadınların gebelik sırasında cinselliğe bakış açılarını değerlendirmek amacıyla gerçekleştirdikleri çalışmaya göre (n:150); kadınların %76’sının haftada 1-5 kez eşleriyle birlikte olduğu, gebelik döneminin ilk trimesterinde şaşırtıcı bir Şekilde %66,7 oranında, ikinci trimesterinde %40 oranında birliktelik yaşadıkları, %26’sının gebelikleri süresince koitus yaşamadıkları belirtilmektedir. Ayrıca, %45,4’nün fetüse zarar verme korkusu yasadıkları ve %46’sının kendilerini rahat hissetmedikleri ifade edilmektedir.

Üçüncü trimester: Uterusun büyümesiyle birlikte azalan fiziksel Şikâyetler yeniden ortaya çıkabilir. Yorgunluk, halsizlik, mide problemleri, solunum sıkıntısı, pelvik ligament ağrıları, sık idrara çıkma, hareketin azalması, memelerden süt gelmesi gibi belirtiler, cinsel ilişki ve orgazm sırasında ortaya çıkan güçlü uterus kasılmaları libidonun azalmasına, anne adayının cinselliği ikinci plana atmasına neden olabilir. Beklenen doğum tarihi yaklaştıkça enfeksiyon, doğumda ağrı duyma ve anormal bir durum gelişeceği korkusu da cinselliği etkileyen diğer nedenlerdir. Bazı çiftler gebeliğin geç döneminde koitusun erken doğuma neden olacağı  ve çocuğunu kaybetme korkusu ile cinsel yaşamlarını sınırlandırabilmektedir ancak literatürde, sağlıklı term gebeliklerde koitusun semende bulunan prostaglandin E sayesinde doğum eylemini başlatmak için yararlı olacağı ve indüksiyona gereksinimi azaltacağı belirtilmektedir.

Koitusun sağlıklı term gebelerde vajinal doğumu başlatıp bağlatmadığını araştırmak amacıyla gerçekleştirilen randomize kontrollü bir çalışmaya göre ise; koitus tavsiye edilen grupta yer alan kadınlarla  koitus tavsiye edilmeyen kadınların  spontan vajinal doğum oranları arasında anlamlı düzeyde fark elde edilemediği, daha fazla çalışmaya gereksinimin olduğu ifade edilmektedir.

Cinsel ilişki memnuniyeti üçüncü trimesterde belirgin olarak azalmaktadır. 1950-1996 yılları arasında İngilizce ve Almanca dillerinde yayımlanan 59 çalışmanın incelendiği meta-analiz çalışmasına göre; cinsellikten memnun olma gebelik öncesi %76-79 oranında, birinci trimesterde %59, ikinci trimesterde %75-84 ve üçüncü trimesterde ise %40-41 olarak bulunmuştur.

Orgazm konusunda yapılan çalışmalar farklılık göstermekle birlikte genel olarak azalma olduğunu göstermektedir. Gebeliğin farklı dönemlerinde libido da değişiklikler olmaktadır. Kadınlar gebelikte bireysel farklılıklar yaşamakta olup, genellikle cinsel istek, birinci trimesterde azalmakta, ikinci trimesterde geri dönmekte ya da artmakta ve üçüncü trimesterde tekrar azalmaktadır. Cinsel istek, cinsel ilişki sıklığı, orgazm, cinsel tatmin fonksiyonlarında genel olarak azalma söz konusudur.

Cinsel işlevlerin değişmesini, fiziksel değişimler, bebeğe karşı utanma duygusu, zarar verme düşüncesi, ağrılı koitus gibi faktörler etkilemektedir.

Gebelikte Cinselliğin Yasaklandığı Durumlar

Normal bir gebelikte orgazm ile birlikte görülen uterus kontraksiyonlarının hiçbir zararı ve tehlikesi yoktur. Bu kasılmalar erken doğum eyleminin başlamasına neden olmamaktadır. Cinsel ilişkinin gebelikte enfeksiyona neden olup fetüse zarar vereceği inancı yanlıştır. Çünkü servikal kanal kalın bir mukus plakla kapalıdır, bakterilerin uterusa girişine izin vermez. Fetüs amniyon kesesi içinde bakterilerden izole biçimde yaşamaktadır. Amniyon kesesi, amniyon sıvısı ile birlikte travmalara ve basınçlara karşı son derece dayanıklı bir yapıdır,cinsel ilişki sırasında eşin ağırlığından zarar görmez. Klasik olarak, eski literatürlerde ilk üç ayda düşükleri önlemek, son haftalarda da enfeksiyonu önlemek için cinsel birleşme yasaklanmakta idi. Günümüz literatür bilgilerinde cinselliğe engel oluşturacak tıbbi problemler olmadıkça, gebelik süresince, hatta son güne kadar cinsel ilişkiye devam edilebileceği belirtilmektedir. 

Gebelikte cinsel birleşmenin kısıtlanmasının gerekli olduğu durumlar; önceki gebelikte tekrarlayan düşük, erken doğum, servikal yetmezlik, şimdiki gebeliğinde düşük tehdidi, erken doğum tehdidi, erken membran rüptürü, vajinal kanama, genital bölgede enfeksiyon, eşte cinsel yolla bulaşan enfeksiyon olmasıdır. Bebeklerinde ağır gelişme geriliği veya başka nedenlerle fetal distres gelişme riski yüksek olan anne adaylarının da doktorlarının belirlediği bir dönemden itibaren cinsel ilişkide bulunmamaları gerekmektedir.

Gebelikte artan gestasyonel yaşla birlikte tüm cinsel fonksiyonlar azalmaktadır. İkinci trimesterde cinsel fonksiyonlarda hafif düzelme gözlenirken, üçüncü trimesterde azalma en yüksek noktadadır. Doğumdan itibaren haftalar veya aylar içerisinde cinsel aktivite yavaş yavaş normale dönmektedir. Gebelikte cinselliği belirleyen faktörler; annenin fiziki ve ruhsal durumu, doğuma ait sorunlar, emzirme süresi, kişiler arası değişen bakış açıları gibi birçok medikal, sosyal ve psikolojik faktörlerdir. Bununla birlikte gebelikte cinsel aktivite-lerin bireysel farklılıklar gösterebileceği de unutulmamalıdır. Hiç cinsel ilişki yaşamayan kişiler olabileceği gibi, gebelikte artmış cinsel aktivite gösteren çiftler de olabilir. Gebelikte komplikasyon (kanama, servikste erken açılma, erken membran rüptürü, prematüre doğum eylemi riski, cinsel yolla bulaşan hastalık riski) görülen çiftler cinsel ilişki veya orgazmdan kaçınmalıdır. Sağlıklı gebeliklerde çiftler doğumdan dört hafta öncesine kadar cinsel ilişkiye girebilir. Çiftlere sağlık profesyonelleri tarafından gebelikte karşılaşılan cinsel değişimler hakkında danışmanlık hizmeti verilmeli ve bu konuda eğitim materyalleri hazırlanarak çiftler bilgilendirilmelidir. Ayrıca, çiftlerle evlilik ve cinsellik konusunda konuşulmaya açık olunduğu hatırlatılmalı, hem tıbbi açıdan sakınca oluşturmayacak hem de çiftlerin beklentilerini karşılayacak bir anlayış içinde olunmalıdır. Gebelikte ve doğum sonrası cinsel ilişki ve cinsel aktiviteler hakkında teknik ve detaylar içeren bilgi veya broşürler çiftlere verilmelidir. Doğum sonrası dönemde cinsel sorunların daha da büyüyebileceği unutulmamalıdır. Bazı olgularda psikiyatrik destek alınması gereklidir.

Doğum Sonrası Kadın Cinsel İşlevleri

Doğum sonrası dönem, artık çiftlerin yavaş yavaş ebeveynlik rollerine alışmaya başladıkları ve bununla birlikte doğum öncesi cinsel aktivitelerine dönme şansı yakaladıkları bir dönem olarak değerlendirilmektedir. Bu dönemde kadın cinsel işlevleri anatomik, psikolojik, hormonal ve kültürel etkenler ile yakından ilişkili ise de aile yapısı ve çiftlerin kendi aralarındaki ilişkileri de cinsel yaşam üzerinde belirgin bir etkiye sahiptir. Her ne kadar bu etkenlerin, kendi aralarındaki önem sıralamasını yapmak mümkün değilse de anatomik olarak değerlendirildiğinde perineal travma, ağrılı cinsel ilişkiye yol açarak doğum sonrası dönemde cinsel ilişkiden kaçınılmasına veya cinsel ilişkiden zevk alınamamasına sebep olmaktadır. (Beyazıt vd., 2018: 397-406). 

Hormonal açıdan ise doğum sonrası dönemde, artan prolaktin seviyelerinin etkisiyle gerçekleşen androjen hormonlarındaki azalma, cinsel istek ve uyarılmadaki azalmayla bağlantılı kabul edilmektedir. Doğum sonrası dönemde düşük östrojen seviyesi ise vajinada kuruluk, atrofi ve konjesyonda azalmaya yol açarak ağrılı cinsel ilişki ve bununla bağlantılı olarak cinsel istekte ve uyarılmada azalma nedeni olabilmektedir. Doğum sonu görülen cinsel işlev bozukluklarının bir diğer sebebi ise annenin bu dönemde yaşadığı uykusuzluk, yorgunluk gibi etkenlerdir. Özellikle de doğum sonrası dönemde görülen anksiyete ve depresyon gibi psikolojik etkenler cinsel istekte azalmaya veya kayba, uyarılma sorunlarına ve antidepresan kullanımına bağlı orgazma ulaşmada güçlüğe sebep olabilmektedir. Kültürel ve sosyal özellikler ise çiftlerin doğum sonrası dönemde cinsel aktiviteye başlama sürelerini etkileyen bir diğer etkendir (Beyazıt vd., 2018: 397-406).

Ülkemizde yapılan çalışmalar da bu ifadeyi desteklemekte, cinsel aktiviteye doğum sonrası başlama süresi yaklaşık olarak ortalama 30 gün ve üzeri şeklinde bildirilmektedir. Lohusalık sürecinde cinsel ilişkiden kaçınmanın bir diğer nedeni ise kanama ve akıntı devam ediyorken cinsel ilişki yaşamanın enfeksiyon riskini arttıracağı endişesidir. Bu endişede gerçeklik payı taşımaktadır. Özellikle doğum şekli, epizyotomi uygulanıp uygulanmadığı ve doğum esnasında perine yaralanması durumu bu dönemde yaşanacak cinsel ilişkiye bağlı enfeksiyon riski ile ilişkili bulunmuştur. Emzirme döneminin de kadın cinsel işlevleri üzerinde etkisi olduğu bilinmektedir. Yapılan çalışmalar, emzirmenin doğum sonrası dönemdeki kadının cinsel işlevleri üzerinde değişik etkileri olabileceğini ortaya koymaktadır. Göğüslerdeki hassasiyet, cinsel ilişki sırasında göğüslerden süt gelmesi, kadının kendisini cinsel olarak çekici bulmaması ve yeni bir gebelik kaygısı cinsel işlevler üzerinde negatif etkili etkenlerden biridir. Bu bulgulara tamamen zıt olarak emzirmenin kadın cinselliği üzerinde olumlu etkileri olduğunu belirten çalışmalar da mevcuttur. Masters ve Johnson emziren ve emzirmeyen anneleri doğum sonrası 6-8. haftalarda cinsel işlevler açısından karşılaştırmışlar ve emziren kadınların cinsel ilişkiye daha erken dönemde başladıklarını ve cinsel istek düzeylerinin emzirmeyen kadınlar ile kıyaslandığında daha yüksek olduğunu belirtmişlerdir. Doğum sonrası 2. ayda bebeğini hala emzirmeye devam eden annelerde de aynı durumun olduğunu belirtmişlerdir. Falicov da aynı şekilde emzirme döneminin cinsel işlevler üzerinde olumlu etkileri olduğunu 1973 yılında yaptığı bir çalışmada belirtmiştir. (Beyazıt vd., 2018: 397-406). Ancak belirtilen her iki çalışmanın da sosyal ve kültürel olarak doğum ve cinselliğin farklı algılandığı dönemlerde yapılmış olması sonuçların günümüz için de uyarlanıp uyarlanamayacağı endişesini beraberinde getirmektedir. Emzirmenin kadın cinselliği üzerinde etkisinin olmadığını ifade eden çalışmalar da mevcuttur. Heidari ve arkadaşları 2009 yılında yaptıkları bir çalışmalarında, emzirme dönemindeki kadınlarda cinsel aktiviteyi değerlendirmişler ve emzirmenin cinsel işlevler üzerinde etkili olmadığını bildirmişlerdir (Beyazıt vd., 2018: 397-406). Doğum sonu dönemde, cinsel işlevlerin normale gelmesi için gereken süre konusunda literatürde çelişkili ifadeler mevcuttur. Connoly ve ark. doğum sonrası 2, 6, 12 ve 24. haftalarda cinsel işlev değerlendirmesi yaptıkları kadınların, yaklaşık %80’inde cinsel aktivitenin 3. ayın sonunda normale döndüğünü belirtmişlerdir. Ağrılı cinsel ilişki şikâyetleri ise 3. ayda kadınların %30’unda devam etmekte iken 6. ayın sonu itibariyle kadınların sadece %17’si ağrılı cinsel ilişki yaşadığını belirtmiştir (Beyazıt vd., 2018: 397-406). Benzer şekilde Barrett ve ark. 484 doğum sonrası kadını inceledikleri çalışmalarında, doğum sonrası 6. ayda kadınların %89’unun eski cinsel aktivitelerine döndüklerini belirtmişlerdir. Ancak bu kadınlarda ilk 3 aylık dönemde ağrılı cinsel ilişki, vajinal gevşeklik, vajinal lubrikasyonda azalma, kanama ve cinsel isteksizlik gibi cinsel işlev bozukluk sıklığında artış gözlemlenmiştir. Altıncı ayın sonunda halen cinsel işlev bozukluğu olduğunu ifade eden kadınlarda emzirmenin devam ediyor olması ve ağrılı cinsel ilişki hikâyesi, en önemli risk etkenleri olarak belirtilmiştir.

Doğum Sonrası Karşılaşılan Cinsel Fonksiyon Bozuklukları

Doğum sonrası dönem eşlerin ebeveynlik rollerine uyum sağladığı ve doğumdan sonra cinsel aktivitelerine tekrar başladıkları, gebelikteki sorunların ve stresin unutulduğu, ancak kendine özgü sorunlar ve stresin olduğu bir dönemdir.

  • Disparoni

Doğum sonu dönem, disparoninin yaygın olarak deneyimlendiği dönemlerden biridir. Doğumda laserasyonların ya da rutin epizyotominin oluşturduğu perineal travmalar disparoniye neden olur. Disparoni penisin vajinaya girişi sırasında introitus ve vajinada ağrı hissi şeklinde yüzeyel, penetrasyonun en fazla olduğu anda alt abdominal bölgede ağrı hissiyle derin olmak üzere iki şekilde tanımlanmaktadır. Birçok çalışmada DS dönemde sık karşılaşılan sorunun disparoni olduğu bildirilmiştir. Buna göre Grudzinskas ve Atkinson (1984)’un çalışmasında DS dönemde kadınların disparoni yaşama oranını %39,8, Robson ve ark. (1981) %40, Reamy ve White (1987) ise %88 olarak bildirmiştir.

Doğumdan 6 ay sonraki disparoni doğum şekli ve perineal travmadan daha  çok emzirme ile ilişkilidir. Bebeğin ağlaması ile süt salınım refleksi uyarıldığından süt akımı olması ve anneye bebeği her ağladığında emzirmesinin önerilmesi kadının doğum sonu cinsel ilişkilerinde engelleyici olabilir.

  • Hipoaktif Cinsel Bozukluğu

Doğum sonrası dönemde en sık karşılaşılan fizyolojik sorunlardan biri cinsel istekte azalmadır. Cinsel istekte azalma, neredeyse DS dönemde kadınların yarısında görülmekte ve bir yıl kadar devam edebilmektedir. Kenny (1973) yaptığı retrospektif çalışmada, kadınların sadece %18’inin doğum sonu cinsel ilgi, istekte azalma hissettiklerini belirtirken bu oran Hyde ve ark.nın (1996) çalışmasında %84 olarak bildirilmiştir.

  • Uyarılma ve Orgazm Bozukluğu

Doğum sonrası dönemde cinsel uyarılmayı etkileyen fizyolojik neden genellikle genital vazodilatasyondur. Fizyoloji dışındaki nedenler ise yorgunluk, depresyon gibi faktörlerdir. Bu konuda yapılan çalışmalara bakıldığında Baksu ve ark. (2006) tarafından 248 primipar kadınlar üzerinde yapılan çalışmada, epizyotomi ile doğum yapan kadınların, sezaryen ile doğum yapan kadınlara oranla cinsel uyarılmanın ve diğer cinsel fonksiyon göstergelerinin daha olumsuz olduğu belirtilmiştir. Barrett (2000) çalışmasına aldığı kadınlardaki doğum sonrası 3. ve 6. ayda orgazma yaşama güçlüğü oranının (%33 ve %23) gebelik öncesine göre daha fazla olduğunu (%14), ancak aralarında istatistiksel olarak bir ilişki bulunmadığını raporlamıştır. Yine Signorella ve ark. (2001) çalışmasında perinede 2., 3. ve 4. derece laserasyon oluşan kadınların, perinesi korunmuş kadınlara oranla daha fazla cinsel problem (uyarılma, orgazm olamama, cinsel memnuniyetsizlik) yaşadıkları bildirilmiştir.

Doğum ve Doğum Sonrasında Cinselliği Etkileyen Faktörler

Literatürde DS cinselliği etkileyen pek çok faktör ele alınmakta; ancak farklı çalışmalarda farklı faktörler üzerinde durulmaktadır. Abdool ve ark.nın (2009) birçok çalışmayı inceleyerek yaptıkları çalışmada bu faktörlerin sırasıyla müdahaleli doğum, sezaryen ile doğum, emzirme ve postpartum depresyon olduğunu vurgularken, Margaret ve ark. (2002) sosyal rol, evlilik ilişkisi, emosyonel durum, yorgunluk, fiziksel değişiklikler ve emzirmenin doğum sonrası cinselliği etkilediğini açıklamıştır.

  • Doğum Şekli ve Perianal Travma

Müdahaleli doğum ve özellikle forseps ve vakum gibi yardımcı araçların kullanıldığı doğumlarda perineal ve anal travma olması nedeni ile DS cinsel sorunlar görülebilmektedir. 438 kadının incelendiği çalışmada müdahaleli doğumların %30, spontan vaginal doğumların ise %7 oranında perineal travma ile sonuçlandığı belirlenmiştir. Thompson ve ark.nın (2002) 1295 kadın üzerinde yaptıkları kohort çalışmasında, müdahaleli doğum yapan kadınların spontan vajinal doğum yapan kadınlara oranla daha fazla perineal travma nedeniyle disparoni, cinsel ilişkiye geç başlama ve cinsel istekte azalma problemleri yaşadıkları saptanmıştır. DS cinselliği etkileyen bir başka durum ise epizyotomi uygulamasıdır. Klein (1994)’in çalışmasında, epizyotomi uygulanan kadınlarda, perinesi korunan ya da spontan vajinal doğum yapan kadınlara oranla daha fazla perineal travma görüldüğünü belirlenmiştir. ikinci derece laserasyon olan kadınların %80 daha fazla disparoni yaşadıklarını saptamıştır.Bu çalışmalardan farklı olarak Grudzinskas (1984) çalışmasında disparoni ile epizyotomi ve müdahaleli doğum arasında ilişki saptanmamıştır. Literatürde sezeryan ile doğumun pelvik tabanda herhangi bir hasara neden olmaması nedeniyle cinsel fonksiyonlar üzerinde olumsuz bir etkisinin olmadığı vurgulanmaktadır. Baksu ve ark. (2006) yaptıkları çalışmada sezaryen ile doğum yapan kadınların epizyotomi açılmış kadınlara göre Kadın Cinsel Fonksiyon İndeksi (KCFİ) puanlarının daha yüksek olduğu bildirilmiştir.

  • Emzirme Durumu

Emzirmenin kadın cinselliği üzerinde hem fiziksel hemde psikolojik etkileri bulunmaktadır. Ancak emzirmenin cinsellik üzerinde etkisine yönelik literatürde farklı görüşler vardır. Bazı çalışmalar emzirmenin kadın cinselliğini olumlu etkilediğini söylerken bazı çalışmalar olumsuz etkilediğini belirtmektedir. Yapılan bazı çalışmalarda emziren kadınlar ile gebe olmayan kadınlar karşılaştırılmış; emziren kadınların cinsel aktivite düzeyleri ve cinsel isteklerinin daha fazla olduğu bulunmuş ve bu durumun kadınların DS dönemde memedeki hassasiyet nedeniyle ortaya çıktığı ileri sürülmüştür. Yine benzer şekilde Avery ve ark. (2000), DS 1., 3., 6. ve 12. aylarda emziren kadınların cinsel uyarılmayı deneyimlemediklerini belirlemişlerdir.

  • Hormonlar

Literatürde doğum sonrası dönemde cinsel fonksiyonu etkileyen en önemli hormonların; östrojen, progesteron, prolaktin, oksitosin ve androjenler olduğu bildirilmektedir. Gebelikte artış gösteren östrojen ve progesteron düzeyi doğumla birlikte hızlı bir şekilde azalır. Laktasyonda yüksek prolaktin düzeyi menstrual siklusu baskılar, östrojen ve progesteron düzeyi düşer. Östrojenin uzun süre düşük seviyede olması vagina epitelinde atrofi, lubrikasyon yetersizliği, uyarılma güçlüğü ve disparoniye neden olur. Prolaktinin ovarian aktiviteyi baskılamasından dolayı over kaynaklı androjen düzeyi laktasyonda azalır. Aynı zamanda prolaktinin hipotalamus-hipofiz-adrenal korteks eksenindeki strese yanıtı azaltıcı etkisinden dolayı adrenal korteks kaynaklı androjenlerde de azalma görülür. Androjenlerin kadında cinsel istek ve uyarılmayı arttırdığı dikkate alınırsa doğum sonrası dönemde androjenlerin azalması cinsel istek ve uyarılmayı azaltacaktır.

Von Sydow (2001) çalışmasında; hormonal durumun cinsellikle ilgili değişkenlerle ilişkili olmadığını fakat testosteron seviyesi ile kadının cinselliği arasında anlamlı bir ilişki bulunduğu, ayrıca emzirme süresi, evlilik ilişkisi, doğumla ilgili verilerin cinsel davranış ve duyguları etkiler.

  • Evlilik İlişkisi

Eşler arasındaki evlilik/ilişki memnuniyeti DS cinsel yaşamı etkileyen bir diğer faktör olarak ele alınmasına karşın bu konuda literatürde yeterli veri bulunmamaktadır. De Judicibus ve Mc Cabe (2002) çalışmalarında kişilerarası ilişkileri yönünden mutlu olan kadınların, cinsel memnuniyetlerinin daha fazla olduğunu, annelik rolünü daha rahat benimsediklerini, yorgunluk düzeyinin ve depresif semptomlarının daha düşük olduğunu belirlemiştir. Kişilerarası ilişkilerdeki memnuniyetin, kadınların cinsel arzularının seviyesini etkilediği ve memnuniyetin yüksek oluşunun cinsel arzuyu ve cinsel ilişki sıklığını arttırdığı da saptanmıştır.

Sonuç ve Öneriler

Doğum sonrası dönemde kadının cinselliğini; doğum şekline bağlı doku travmaları, memelerdeki fiziksel değişiklikler, yorgunluk, hormonal değişiklikler, doğum sonrası duygusal dalgalanmalar, depresyon, ilişki memnuniyeti, annelik rolünü kabullenememe gibi fiziksel, psikolojik ve sosyal sorunlar etkileyebilmektedir. Literatürde doğum sonu cinsellik üzerine etkili olabilecek faktörlere ilişkin pek çok çalışmaya rastlanmasına rağmen ülkemizde bu alana yönelik çalışma yok denecek kadar azdır. Dolayısıyla bu konuya ilişkin çalışmaların yapılması kadın sağlığının korunması ve geliştirilmesinde yararlı olacaktır. Kadının doğum sonrası dönemde yukarıda adı geçen faktörlere bağlı olarak farklı derecelerde, sıklıkla cinsel istek, cinsel ilgi, cinsel uyarılmada azalma, vaginal kuruluk ve buna bağlı disparoni yaşayabilmektedir. Gebeliğin 34-35. haftalarından itibaren günde 10 dakika yapılan perine masajı doğumda perineal bütünlüğü koruyarak doğum sonrası gelişecek perineal ağrıları önleme açısından etkilidir. Perine masajının gebelere öğretilip uygulanması konusunda rehberlik yapılmalıdır. Perineal hijyenin sağlanması ile laserasyon ve epizyotomi iyileşmesini hızlandırmak çiftlerin cinsel yaşamlarına daha çabuk dönmelerini kolaylaştırır. Gebelik ve doğum nedeni ile esneyerek tonüsünü kaybeden pelvik taban kaslarına eski tonüsünü kazandırarak disparoni gelişimini engellemek için kegel egzersizlerinin gebelik ve doğum sonrası dönemde her gün ortalama 50-100 defa yapılması için kadınlara eğitim verilmelidir.


Kongre Niteliğinde Hemşirelik Zirvesi 2024, hemşirelik alanındaki profesyonellerin benzersiz bir öğrenme ve ağ oluşturma deneyimine davet ediyor. Etkinlik, sektördeki saygın eğitmenler tarafından sunulan çeşitli konulardaki bilgilerle katılımcılara kapsamlı bir bakış sunarken, aynı zamanda farklı uzmanlık alanlarından hemşireler arasında etkileşimi teşvik ediyor. Katılımcılar, güncel pratik uygulamalar, kritik konular ve mesleki gelişim imkanlarını keşfetme şansına sahip olacaklar. Ayrıca, etkinlik sayesinde mesleki ağlarını genişleterek sektördeki diğer uzmanlarla tanışma ve deneyim paylaşma imkanı bulacaklar. Zirve, katılımcıları hemşirelikteki en son trendlerle ve inovasyonlarla buluşturarak, mesleki gelişimlerine önemli katkılarda bulunmayı amaçlamaktadır. Detaylı bilgi için tıkla!


YAZAR:Elif Nur Gündüz
Kırklareli Üniversitesi Hemşirelik Bölümü Mezunu
Linkedln



Kaynakça:

  • Dirim Tıp Gazetesi 2010; yıl: 85 sayı: 1 (40-47)
  • Gümüşhane Üniversitesi Sağlık Bilimleri Dergisi Derleme GÜSBD 2017; 6(3): 171-175
  • Turkiye Klinikleri J Obstet Womens Health Dis Nurs-Special Topics 2016;2(1)

 

Bu Yazıyı Paylaş
Yorum Yap