Pozitivizm’in İzinde: Comte ve Durkheim’ın Sosyolojiye Mirası

Pozitivizm’in İzinde: Comte ve Durkheim’ın Sosyolojiye Mirası

Hiç  “toplumun işleyişini anlamak neden bu kadar zor?” diye düşündünüz mü? İnsan davranışları, ilişkiler, değerler, inançlar… Her şey birbirine karışmış gibi duruyor. Ama 19. yüzyılda bazı düşünürler bu karmaşayı anlamanın da bir “bilimi” olabileceğine inanmıştı. İşte o noktada sahneye “pozitivizm” çıktı.

Pozitivizm, kısaca söylemek gerekirse, toplumu tıpkı doğayı inceler gibi, gözlem ve deneyle anlamaya çalışan bir düşünce akımıydı. Yani, “insanlar neden böyle davranıyor?” sorusuna felsefi tahminlerle değil de verilerle ve mantıkla cevap aramak istiyordu. İşte tam bu noktada Auguste Comte, “sosyoloji” kelimesini ilk kez kullanan kişi olarak karşımıza çıktı. Comte, toplumun da kendi yasaları olduğunu ve bunların bilimsel yöntemlerle keşfedilebileceğini savunuyordu. Ama hikâye burada bitmiyor. Comte’un açtığı bu yolda Émile Durkheim, sosyolojiyi gerçekten bir bilim dalı haline getirdi. O, toplumsal olguları bireylerin ötesinde, adeta “kendi başına var olan” bir şey olarak ele aldı. Kısacası, Comte temelleri attı, Durkheim binayı inşa etti diyebiliriz.

Bu yazıda, pozitivizmin izinde ilerleyerek Comte ve Durkheim’ın sosyolojiye bıraktığı mirası biraz daha yakından keşfedeceğiz. Hazırsanız, bilimin gözlüğünü takıp topluma biraz daha yakından bakalım. 👓

Auguste Comte, 19. yüzyılın ortalarında “toplumun da doğa kadar incelenebilir olduğunu” savunarak yepyeni bir kapı açtı. Ona göre, insanlık tarihi bir tür düşünsel evrim süreciydi. Comte bunu meşhur “Üç Hâl Yasası” ile bizlere sundu: teolojik, metafizik ve pozitif dönemler. Kısaca, insanlık önce doğaüstü güçlerle dünyayı açıklamaya çalıştı (teolojik dönem), sonra soyut felsefi kavramlara yöneldi (metafizik dönem) ve en sonunda gözleme, deneye ve bilime dayalı düşünceye ulaştı (pozitif dönem). Comte’un hedefi, toplumsal olayları da bu pozitif bilim mantığıyla incelemekti. “Gerçek bilgi, yalnızca gözlemlenebilir olgulardan gelir.” derken (Comte, Cours de Philosophie Positive, 1830), aslında sosyolojinin metodolojik temelini atıyordu. Yani toplumsal düzeni anlamak için artık spekülasyon değil, gözlem, sınıflandırma ve karşılaştırma gerekiyordu.

Comte sosyolojiyi “toplumu düzenleyen yasaları keşfetmeye çalışan bilim” olarak tanımlar. Bu yaklaşım, sosyolojiyi yalnızca bir düşünce alanı olmaktan çıkarıp, “toplumsal mühendislik” fikrine yaklaştırır. Ona göre, toplumun bilimsel analizi yapılabilirse, toplumsal sorunlar da bilimsel yollarla çözülebilir. Bu yüzden Comte’un pozitivizmi bir yandan betimleyici, bir yandan da reformist bir karakter taşır.

Durkheim, Comte’un bu çizgisini devralır ama bir adım öteye taşır. Comte’un “toplumu gözlemle” ilkesini, Durkheim “toplumsal olguları nesneler gibi incele” şeklinde sistematik bir metoda dönüştürür. Onun şu sözü bunu en iyi özetler:

Toplumsal olgular, bireylerin dışında var olan ve onlara zorlayıcı bir güç uygulayan gerçekliklerdir.” (Durkheim, Les Règles de la Méthode Sociologique, 1895*)

Bu bakış açısı, sosyolojiyi yalnızca fikirlerin değil, yapıların ve kurumların bilimi haline getirdi. Böylece Comte’un “toplumsal düzen bilimi” fikri, Durkheim’ın ellerinde daha sistemli, ampirik bir karakter kazandı. Comte’un açtığı yoldan yürüyen Émile Durkheim, sosyolojiyi gerçekten de bir bilimsel disiplin haline getiren isim oldu. Onun amacı, toplumu anlamakla kalmayıp, bu anlayışı sistemli bir araştırma yöntemi haline getirmekti. Durkheim, Comte’un “toplumun da doğa gibi yasaları vardır” fikrini ele aldı, ancak onu çok daha titiz bir biçimde uyguladı. Durkheim’ın belki de en ünlü çalışması olan Le Suicide (İntihar, 1897), sosyolojinin pozitivist temelde nasıl işlemeye başladığının mükemmel bir örneğidir. Çünkü Durkheim, intihar gibi oldukça “kişisel” görünen bir davranışı bile bireysel değil, toplumsal bir olgu olarak ele alır. Ona göre, bireyler intihar eder; ama intihar oranlarını belirleyen şey, bireylerin kişisel özelliklerinden çok, toplumun yapısal özellikleridir.

“Her toplumsal olgu, başka toplumsal olgularla açıklanmalıdır.”

(Durkheim, Les Règles de la Méthode Sociologique, 1895*)

Bu yaklaşım, Durkheim’ın pozitivizmi nasıl benimsediğini açıkça gösterir. O da Comte gibi, toplumu incelemenin ancak gözleme ve istatistiğe dayalı verilerle mümkün olduğuna inanır. Ancak Durkheim’ın farkı, bu gözlemleri sistematik olarak sınıflandırması ve “nedensellik” bağlamında yorumlamasıdır.

Durkheim, intihar vakalarını dört temel tipe ayırır: bencil (egoistik), elcil (altruistik), anomik ve fatalistik. Bu sınıflandırma, toplumsal bağların gücüyle bireyin davranışı arasındaki ilişkiyi çözümlemeye yarar. Özellikle “anomik intihar” kavramı, modern toplumlarda normların zayıflamasıyla ortaya çıkan yönsüzlük halini tanımlar. Bu analiz, toplumsal değişmenin birey üzerindeki etkilerini anlamak için bugün bile başvurulan bir teorik çerçevedir. Durkheim’ın yöntemi, sosyolojinin artık sadece felsefî bir tartışma değil, ampirik verilere dayanan bir bilim olduğunu kanıtlamaya çalışır. Kısacası, Comte’un “toplumu gözlemle” çağrısı, Durkheim’ın elinde “toplumu ölç, sınıflandır, analiz et” anlayışına dönüşür.

Durkheim’ın pozitivizmi bir tür “sosyolojik realizm” olarak da yorumlanabilir. Çünkü o, toplumsal gerçekliği bireylerden bağımsız bir varlık olarak ele alır; bu, sosyolojinin felsefeden koparak kendi kimliğini kazanmasının da dönüm noktasıdır.

Comte ve Durkheim, sosyolojinin yalnızca “toplumu anlamak” için değil, aynı zamanda toplumu dönüştürmek için de kullanılabileceğini düşündüler. Her ikisi de bilimin gücüne inanıyordu; farkları, bu bilimin nasıl uygulanacağıydı. Comte daha çok sosyolojinin rehberlik eden bir bilim olmasını isterken, Durkheim onu nesnel ve deneysel bir disiplin haline getirdi.

Bugün sosyolojiye baktığımızda, her ne kadar postmodern yaklaşımlar, eleştirel teoriler ya da sembolik etkileşimcilik gibi birçok yeni yönelim ortaya çıkmış olsa da , pozitivizmin izleri hâlâ belirgin. Toplumsal araştırmalarda kullandığımız istatistiksel yöntemler, anketler, karşılaştırmalı analizler — hepsi Comte ve Durkheim’ın bıraktığı bilimsel düşünme mirasının devamı niteliğinde.

Durkheim’ın dediği gibi,

“Toplum, kendine özgü bir gerçekliktir; onu anlamak için, bireylerden çok daha fazlasına bakmak gerekir.”

Bu bakış açısı, sosyolojiyi felsefi bir düşünceden çıkarıp, toplumsal gerçekliğin laboratuvarına soktu. Günümüzde bile toplumsal sorunlara bilimsel, veri temelli çözümler üretme çabamız, Comte’un “pozitif bilgi” idealinden ve Durkheim’ın “nesnel gözlem” ilkesinden izler taşır.

Sonuçta pozitivizm, her ne kadar bugün eleştirilen bir yaklaşım olsa da , sosyolojinin bilim olarak doğmasında oynadığı rol tartışılmaz. Comte’un düşlediği düzen arayışıyla Durkheim’ın sistemli gözlemi birleştiğinde, ortaya toplumun karmaşık doğasını anlamaya çalışan bir bilim çıktı: sosyoloji.

Belki de bugün biz de onların bıraktığı mirasın izinde, yeni sorular sormaya devam ediyoruz:

Toplumsal olgular gerçekten ölçülebilir mi?

Yoksa toplum, hâlâ formüllere sığmayan bir “insan hikâyesi” mi?

Bu soruların kesin bir cevabı olmayabilir  ama Comte ve Durkheim sayesinde, artık onları bilimle sormayı biliyoruz.

Kaynakça 

  • Comte, A. (1830–1842). Cours de Philosophie Positive (Pozitif Felsefe Dersleri). Paris: Bachelier.
  • Comte, A. (1851). Système de politique positive. Paris: Carilian-Goeury et V. Dalmont.
  • Durkheim, É. (1895). Les Règles de la Méthode Sociologique (Sosyolojik Yöntemin Kuralları). Paris: Félix Alcan.
  • Giddens, A. (1976). New Rules of Sociological Method: A Positive Critique of Interpretative Sociologies. London: Hutchinson.
  • Coster, L. A. (1977). Masters of Sociological Thought: Ideas in Historical and Social Context. New York: Harcourt Brace Jovanovich.
  • Swingewood, A. (1998). Sosyolojik Düşüncenin Kısa Tarihi (Çev. O. Akınhay). Ankara: Bilim ve Sanat Yayınları.

Irmak Derman

Adnan Menderes Üniversitesi  Sosyoloji Bölümü

3. Sınıf Temsilcisi

Bu Yazıyı Paylaş
Yorum Yap