
Türkiye’nin Dış Politikası: Tarihsel Süreç ve Günümüz Eğilimleri
Bilindiği gibi Türkiye; siyasi, sosyal, ekonomik, kültürel ve güvenlik kriterleri çerçevesinde kendisini bir Avrupa devleti olarak görmekte ve bu görüşünü Avrupa’ya da kabul ettirerek Avrupa yapılaşmasında eşit ve önemli bir devlet olarak yer almayı hedeflemektedir. Ancak Aralık 1997’de Avrupa Birliği’nin (AB) Lüksemburg kararları ile 200 yıldır her alanda kendini Batılılaştırmak isteyen Türkiye’yi dışlaması, Türk kamuoyunda, Samuel Huntington’un ” Medeniyetler Çatışması” tezini doğrulayan bir yaklaşım olarak görülmüş ve sırf dini ve kültürel farklılıklar nedeni ile Türkiye’nin AB’ne kabul edilmediği görüşü yaygınlık kazanmıştır. 1990’larda soğuk savaşın sona ermesine paralel olarak Batı’nın gözünde stratejik önemi azalan Türkiye’nin Avrupa’dan da dışlanma eğilimi ile karşı karşıya kalması, Türk diş politikasının kamuoyunda sorgulanmasına yol açmış ve Türkiye’de AB’ne karşı olumsuz eğilimler artırmıştır. Ancak Aralık 1999’da yapılan Helsinki zirvesinde Türkiye’nin AB’ne aday üye olarak kabul edilmesi Türk kamuoyundaki bu olumsuz havayı büyük oranda ortadan kaldırmıştır. Diğer taraftan coğrafi konumu ve kültürel yapısı sebebiyle zaman zaman Türkiye’nin kendisini Doğu ile Batı arasında bir köprü olarak tanımladığı, öz benliğini bu köprü olma fonksiyonunda bulmaya çalıştığı da görülmektedir. Bütün bu gelişme ve arayışlara rağmen, Türkiye’nin izlediği dış politikanın hiç değişmeyen temel özelliği Batı’ya yönelik olmasıdır.
- Atatürk Dönemi Türk Dış Politikası
Mustafa Kemal Paşa’nın liderliğinde başlayan Milli Mücadele hareketinin temel amacı; tarih içindeki ömrünü tamamlayarak I. Dünya Savaşı sonunda yıkılan ve her taraftan işgale uğrayıp, Batı sömürgeciliğinin iştahına konu teşkil eden Osmanlı devletinin enkazı ve yıkıntılarından Türk olan kısımları kurtarıp özünde Avrupa modeline uygun bağımsız bir Türk Milli devleti kurmaktı. Diğer taraftan Anadolu hareketi ABD ile Avrupa arasındaki ayrılık noktalarını çok iyi fark ederek ABD’ni İngiltere ve Fransa’ya karşı kullanmıştır. Anadolu’daki Milli Mücadele hareketi bizzat işgalci güçler olan İtilaf devletleri arasındaki fikir ayrılıkları ve çıkar çatışmalarından da yararlanmıştır. Ustalıkla yürütülen bu diplomasi ile önce İtalya’dan, daha sonra da Fransa’dan İngiltere’ye karşı faydalanılmış, sonuçta Anadolu hareketi karşısında giderek yalnızlaşan İngiltere’ye de diyalog kapısı açık tu- tulmuştur.5 Milli Mücadele döneminde bizzat Atatürk tarafından yönlendirilen Türk dış politikası yeni ve milli bir devlet kurma çabası, bir anlamda Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş diplomasisini oluşturmuştur. Milli Mücadelenin askeri ve diplomatik safhasını başarıyla sonuçlandıran Türkiye, Lozan Barış Antlaşması ile uluslararası alanda resmen tanınmıştır.
Türkiye, Batı ülkeleri ile sağlıklı ilişkiler kurma yolunu tutmuştur. Çünkü Atatürk Türkiye’nin medeni dünyada gerçek yerini alabilmesi için çağdaşlaşmanın şart olduğuna inanmış, gerçekleştirdiği radikal inkılâplarla Türkiye’yi yapı itibariyle Batıya yaklaştırmıştır. İç politikada başlayan bu radikal değişikliklere paralel olarak Türkiye’nin dış politikasını da Batıya yöneltmiştir. Bu temel yöneliş Türk dış politikasının günümüze kadar hiç değişmeden süren temel çizgisi olmuştur. Nitekim Atatürk Batıya yönelik dış politikayı esas almakla beraber, Türkiye’nin coğrafi yerinin ortaya çıkardığı jeopolitik hassasiyet ile tarihi ve kültürel birikimine bağlı olarak çok yönlü bir dış politika izlemiştir. Böylece Atatürk döneminde izlenen aktif, gerçekçi, barışçı ve çok yönlü dış politika sayesinde Türkiye, önemli sorunlarını kendi lehine çözmüş, bölgesinde bir istikrar unsuru haline gelmesinin ötesinde sınırlı gücüne rağmen dünyada saygı uyandıran bir devlet haline gelmiştir.
Türkiye NATO’ya girdikten sonra, güvenlik endişelerini çözümlemiş ancak bütün uluslararası olayları bu ittifakın perspektifinden değerlendiren tek boyutlu bir dış politika izlemeye başlamıştır. Bu dönemde Atatürk’ün “Yurtta Sulh Cihanda Sulh” ilkesi de tamamen statükoculuk olarak algılanmış ve Türk dış politikası pasif bir yapıya bürünmüştür. Bundan sonra Batıya yönelik dış politika ve statükoculuk Türk dış politikasının değişmeyen temel özellikleri haline gelmiştir.
Sonuçta 2000’li yıllarda Türkiye, coğrafi, siyasi, ekonomik ve kültürel anlamda çok boyutlu jeopolitik konumu sebebiyle, bölge-merkezli çok yönlü bir dış politika izleyecek güçlü bir ülke olma imkanı yakalamıştır. Çünkü Türkiye Balkanlar, Kafkasya ve Orta-Asya stratejik koridoru vasıtasıyla Asya-Pasifik bölgesine siyasi ve ekonomik olarak uzanabilecek büyük bir hinterlanda sahiptir. Türkiye’nin bu potansiyeli değerlendirebilmesi halinde Soğuk savaş yıllarında sahip olduğu jeopolitik vazgeçilmezlik niteliğinden daha fazla bir öneme sahip olacaktır. Bu bağlamda Türkiye yeni imkanları Avrupa ile ilişkilerini güçlendirecek ve AB’ne tam üyelik sürecini hızlandıracak bir avantaj olarak görmelidir. Bu çerçevede Türkiye Atatürk döneminde olduğu gibi uluslararası ilişkilerini milli çıkarlarını ön planda tutarak yeniden değerlendirmek ve tanımlamak durumundadır. Türkiye bu yeni değerlendirmede Avrupa ile ilişkilerini yapısal bağımlılık kalıplarını aşan, eşitlik ve karşılıklı fayda çerçevesi içinde bir ortaklık temeline oturtmalıdır.
Milli güvenlik sistemimizin bir parçası olan Türk Dış Politikası, terörizm ve aşırıcılıkla mücadele, çatışmaların önlenmesi, barışçıl yollarla çözümü ve arabuluculuk aracılığıyla ve bölgesel sahiplenme yaklaşımıyla bölgesel barış ve güvenliğin güçlendirilmesini öncelemektedir.
Terörizm ve aşırıcılık yanlısı eğilimler, bölgesel ve küresel boyutlarıyla tehlikeli bir yoğunluğa ulaşmıştır. Terörist gruplar, uluslararası barışı ve güvenliği tehdit etmektedir. Terör, küresel bir felaket ve insanlığa karşı bir suçtur. Herhangi bir ırk, etnik grup, inanç ya da coğrafya ile ilişkilendirilemeyecek bu suçla küresel mücadele ve dayanışma elzemdir. Türkiye, hangi örgüt tarafından hangi gerekçeyle uygulanırsa uygulansın, terörizmle etkin şekilde mücadele etmektedir.
Çatışmaların önlenmesi, barışçıl yollarla çözümü ve arabuluculuk alanında öncü bir role sahip olan Türkiye, BM, AGİT ve İİT’de arabuluculuk ile ilgili dostlar/temas gruplarının aynı zamanda eş-başkanı olan tek ülkedir. Türkiye, sahada yürüttüğü faaliyetlerin yanısıra uluslararası İstanbul Arabuluculuk Konferansı’na ev sahipliği yapmakta, kapasite inşasını hedeflemekte, İİT üyesi ülkelerden genç diplomatlara yönelik “Barış için Arabuluculuk” Sertifika Programını düzenlemektedir.
Türkiye, bölgesel sorunlarda bölgesel sahiplenme ve çözümleri savunmaktadır. Ülkemiz, Karadeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilatı, Güneydoğu Avrupa İşbirliği Süreci, Ekonomik İşbirliği Teşkilatı gibi çeşitli bölgesel örgütlerin ve girişimlerin kurucu üyesidir.
Dış ilişkilerin kurumsal zeminini genişletmek için ülkemiz, mevcut ilişkilerini derinleştirmeyi ve yeni işbirliği mekanizmaları ve açılım politikalarıyla genişletmeyi hedeflemektedir. En doğudaki Avrupalı, en batıdaki Asyalı olan Türkiye, mevcut stratejik ilişkilerini güçlendirmeyi ve yenilerini geliştirmeyi amaç edinmiştir. Ülkemiz NATO müttefiki ABD ile stratejik bir ortaklığa sahiptir ve Avrupa’nın güvenliği ve refahı için transatlantik bağları hayati önemde görmektedir. NATO’nun etkin bir üyesi olan Türkiye, İttifakın “güvenliğin bölünmezliği” temel ilkesine önemli katkılarda bulunmakta olup, İttifak operasyonlarına en fazla destek sağlayan ilk 5, bütçesine en fazla destek sağlayan ilk 8 ülkeden biridir.
Avrupa’nın bir parçası olan Türkiye, Avrupa Konseyi ve Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı dahil neredeyse tüm Avrupa kurumlarının mensubu ve hatta kurucu üyesidir. Avrupa Birliği’ne üyelik sürecimiz ise stratejik önceliklerimizden biri olmayı sürdürmektedir.
Derinleşen ve genişleyen kapsamlı politikalar sonucunda Türkiye toplam 261 dış temsilciliğiyle dünya çapında en büyük 3. temsil ağına sahip hale gelmiştir. Ülkemiz, birbirini tamamlayıcı çok sayıda siyasi, ekonomik, insani ve kültürel işbirliği araçlarından istifade etmekte ve küresel ölçekte düşünen, ancak dünyanın her köşesinde yerel düzeyde etkinlik gösteren bir diplomasi uygulamaktadır.
Ülkemiz, bölgede istikrar ve refah ortamını güçlendirme hedefi doğrultusunda, bölgesel bağlantısallığı güçlendirmeyi amaçlamaktadır. Bu çerçevede, muhtelif istikametlerdeki ulaştırma koridorlarının geliştirilmesine etkin destek vermektedir. Enerji hatlarının merkezi ve transit ülkesi konumundaki Türkiye, Avrupa’nın ve dünyanın enerji güvenliğinde de hayati bir rol oynamaktadır.
Küresel sistemin daha adil ve kapsayıcı bir hale gelebilmesi Türk Dış Politikasının öncelikleri arasında yer almaktadır. Küresel sorunların çözümü, işbirliği ve etkin çok taraflılık temelindeki ortak çabalara bağlıdır. Bu gerçek Türkiye’nin çok taraflı forumlarda yürüttüğü diplomasiyi yönlendirmektedir. İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT), Gelişen Sekiz Ülke (D-8), Türk Devletleri Teşkilatı, Asya İşbirliği Diyaloğu ve MIKTA’nın (Meksika, Endonezya, Kore, Türkiye ve Avustralya) üyesi olan Türkiye, mensubu bulunduğu tüm oluşum/örgütlere üstlendiği Dönem Başkanlıklarıyla etkinlik ve dinamizm kazandırmıştır.
Küresel ve bölgesel meseleler hakkında görüş alışverişi sağlamayı, stratejik dış politika sorunlarına yaratıcı bir yaklaşımla çözüm önerileri getirmeyi amaçlayan bir girişim olarak tasarlanan Antalya Diplomasi Forumu (ADF) kısa sürede küresel diplomasi açısından tanınan bir marka haline gelmiştir. 3. ADF toplantısı 1-3 Mart 2024 tarihleri arasında “Krizler Döneminde Diplomasiyi Öne Çıkarmak” temasıyla ve geniş katılımla gerçekleştirilmiştir.
Bu bağlamda, her türlü meseleye öncelikle akılcılık ve gerçekçilik merceğinden yaklaşan Atatürk’ün dış politika vizyonu da aynı esaslar üzerinde yükselmiştir. Nitekim, zorlu Kurtuluş Savaşı sırasında benimsenen dış politika çizgisi öncelikle milli sınırlar içinde bağımsız bir Türk Devleti kurulması ana hedefiyle uyumlu olmuştur. Maceracı ve yayılmacı eğilimleri reddeden, ancak bağımsızlıktan taviz vermeyen bu tutum, Sevres Anlaşması’nda ve Mondros Mütarekesi’nde öne sürülen şartların kabul edilemez ilan edilmesinden milli çıkarlardan ödün vermeyen Lozan Antlaşması’nın müzakere edilerek hayata geçirilmesine kadar, Türkiye Cumhuriyeti’nin koşulsuz bağımsızlığını sağlayan bir dizi gelişmeye damgasını vurmuştur.
Fatime Aksoy
Akdeniz Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü
3. Sınıf Temsilcisi