
Hemşirelikte Kültürel Duyarlılık: Farklı Kültürlerden Hastalara Yaklaşım
Toplumdaki yapısal eşitsizlikler ve insanların yaşadığı sosyal koşullar, bazı grupların sağlık hizmetlerine ulaşımını daha da zorlaştırıyor. Bu durum özellikle etnik ya da ırksal azınlıklarda sağlık ihtiyaçlarının artmasına yol açıyor. Hemşireler de, hangi zorlu şartlar altında olursa olsun din, dil, ırk, cinsiyet ve cinsel yönelim ayırmadan en iyi bakımı vermek, hastanın haklarında savunuculuk yapmak ve sağlığı geliştirmekle sorumludur. Bu durum sağlık sistemini zorlayabilir. Bu yüzden özellikle hemşireler başta olmak üzere tüm sağlık çalışanlarının, farklı kültürel geçmişlerden gelen bireylerle etkili bir şekilde iletişim kurabilecek ve onlara uygun bakım verebilecek bilgi ve becerilere sahip olması çok önemlidir.
Hastaneye başvuran her bireyin hikayesi farklıdır; dili, kültürü, inancı ve değerleriyle birlikte gelir. Bu yüzden hemşireler olarak sadece hastalığı değil, karşımızdaki insanı bir bütün olarak anlamaya çalışmalıyız. Kültürel yeterliliğimizi geliştirmek, etkili ve saygılı bir iletişimin anahtarıdır. Hastanın karakterini, inançlarını ve değerlerini tanımadan verilen bakım eksik kalır. Üstelik, kültürel farklılıklarla birlikte dil bariyerleri, gelir düzeyi, sağlık okuryazarlığı, aksan ya da lehçe kullanımı gibi etkenlerle de karşılaşabiliriz. Tüm bu faktörler, hastanın bakım sürecini zorlaştırabilir. Ancak empati kurduğumuzda, yargılamadan dinlediğimizde ve anlamaya açık olduğumuzda bu engeller aşılabilir. Çünkü iyi bir bakım, sadece bilgiyle değil; anlayışla ve saygıyla mümkün olur.
Hemşireler; kültürel alçakgönüllülük, farkındalıkla hareket etme ve güven kurma gibi yaklaşımları, hem ekip içinde sağlıklı bir ortam oluşturmak hem de toplumun değişen yapısına duyarlı bir bakım sunmak için etkili yollar olarak görmelidir. Bu sayede sağlık hizmetlerinde eşitsizliklerin farkına varmak ve bunları azaltmak da mümkün olur.
Başka kültürlerden gelen hastalara önyargılarla, genellemelerle ya da kalıplaşmış yargılarla yaklaşmak, hem hastayla aradaki güveni zedeler hem de bakım kalitesini ciddi şekilde düşürür. Kendini ‘kültürel olarak yeterli‘ sayan sağlık profesyonelleri, hastaları için neyin en iyi olduğuna dair varsayımlarda bulunma riskini taşır. Oysa belirli bir kültüre ait her birey, o kültürün tüm inanç ve uygulamalarını benimsemeyebilir. Dahası, insan çeşitliliği o kadar geniştir ki, herhangi bir kültür hakkında ‘yeterli’ bilgiye sahip olmak ve bunu sürekli güncel tutmak neredeyse imkansızdır. Bu nedenle, ‘kültürel olarak yeterli’ olmak aslında ulaşılması güç bir hedeftir. Bu süreçte, kendi güçlü ve zayıf yönlerimizi gerçekçi bir gözle değerlendirmek, sürekli gelişim için adımlar atmak ve hastalarımızın ihtiyaçlarını kendi önceliklerimizin önüne koymak esastır. Bu yaklaşım, kişinin kendi kültürü veya başka bir kültürden olsun, karşısındaki bireyden öğrenmeye açık olmayı ve o kişiyi kendi yaşam deneyimlerinin tek yazarı ve sahibi olarak kabul etmeyi gerektirir. Böylece, kendi kültürünü üstün görme eğilimi azalır ve gerçek anlamda alçakgönüllü bir duruş sergilenir.
Örneğin, diyabeti olan ve ayağında enfekte bir yara bulunan bir hastaya bakım verirken, hemşirenin önceliği hastayı yargılamak değil, onunla güvene dayalı bir ilişki kurmak ve gerekli bakımı sağlamaktır. Aynı zamanda, bu duruma yol açan sosyal ya da kültürel etkenlerin farkında olmak da hemşirenin yaklaşımını daha duyarlı hâle getirir. Bir başka örnek olarak yenidoğan döneminde sıkça karşılaşılan sarılık durumunda, bazı aileler beşiği ya da puseti sarı bir örtüyle kapatarak bebeğin iyileşeceğine inanabilir. Bu, kültürümüzde nesilden nesile aktarılan geleneksel bir uygulamadır. Hemşire böyle bir durumla karşılaştığında, aileyi yargılamadan dinlemeli, bu inancın onlar için ne ifade ettiğini anlamaya çalışmalıdır. Aynı zamanda, tıbbi olarak gerekli bilgilendirmeyi yaparak, bu uygulamanın tedavinin yerini tutamayacağını uygun bir dille açıklamalıdır. Böylece hem ailenin kültürel değerlerine saygı gösterilmiş olur hem de güvene dayalı bir iletişim kurulabilir.
Anlamlı ve güvene dayalı bir hemşire–hasta ilişkisi kurmak, etkili bakımın temelidir. Bu ilişkiyi kurabilmek için sağlık çalışanlarının kendi farkında olmadıkları önyargılarla yüzleşmeleri, duyarlı bir iletişim geliştirmeleri ve her hastanın kültürüne, cinsiyetine ya da ırkına saygı duyarak takdir etmeyi öğrenmeleri gerekir. Hemşireler olarak, hastaların yaşam öykülerini dinlediğimizde onlardan çok şey öğrenebiliriz. Her zaman her kültürü bilemeyiz ama bilmediğimizi kabul edip öğrenmeye açık olmak, aslında kültürel alçakgönüllülüğün en önemli adımıdır.
Kritik düşünme becerilerimizi kullanarak hastalarımızın fiziksel, psikolojik, ruhsal ve sosyal ihtiyaçlarını bir bütün olarak ele alırız. Ancak iyi bir hemşire olmak yalnızca teknik bilgiyle değil, vicdanla da ilgilidir. Vicdanlı bir hemşire, etik yargılarıyla vicdanını dengeler; aldığı klinik kararlarda dürüstlükten ve insani değerlerden ödün vermez. Örneğin, bir hastanın inançlarını desteklemek amacıyla, ona özel hazırlanmış inanca dayalı kaynaklar sunmak ve ihtiyaç duyduğunda yanında olabilecek kişileri, bir imam, papaz, haham ya da bir aile büyüğü gibi belirleyerek bir destek ağı oluşturmasına yardımcı olmak, hemşirenin hastaya bütüncül yaklaşımının bir parçasıdır.
Hemşireler, hasta güvenini zedeleyebilecek davranışlardan kesinlikle kaçınmalıdır Görevleri zamanında ya da özenli şekilde yerine getirmemek, hastanın çağrısına geç yanıt vermek, gerekli testler için uygun ekipmanı temin etmemek ya da ekipmanı dikkatsizce kullanmak güveni sarsabilir.Ayrıca hastanın ağrıya dair şikayetini görmezden gelmek ya da önemsememek, hem hemşirenin empati eksikliği olarak algılanır hem de hastayla kurulan ilişkinin zedelenmesine neden olur. Bu tür davranışlar, hastaların hemşireye olan güvenini kırar ve bakım sürecini olumsuz etkiler.
İlk adım, kendi önyargılarını sorgulamak ve fark etmektir. Örneğin, başörtüsü takan herkesin Müslüman olduğunu varsaymak gibi genellemelerden kaçınmak gerekir. Her bireyin kültürel ve kişisel farklılıkları olduğunu unutmamalıyız. Hastaya bakım sürecinde neye öncelik verdiğini sormak da önemlidir. Manevi ihtiyaçları, dini inançları ya da bakım tercihleri hakkında açık uçlu sorular yönelterek hem anlayışımızı artırabilir hem de bakımın kalitesini yükseltebiliriz. Aktif dinleme de bu sürecin vazgeçilmezidir. Göz teması, beden dili ve dikkatli bir duruşla hastaya gerçekten kulak verdiğimizi göstermeliyiz. Bir hasta bir tedaviyi reddettiğinde hemen yargılamadan, nedenini anlamaya çalışmalı ve mümkünse alternatifler sunmalıyız. Ve en önemlisi: Güven, açık ve dürüst iletişimle kurulur. Hastaya veya ailesine “iyi niyetli” dahi olsa yanlış bilgi vermek güveni zedeler. Oysa hemşireler, doğru ve samimi iletişim kurduklarında, hasta üzerinde güçlü ve olumlu bir etki yaratabilir.
Hastaneye farklı kültürlerden gelen hastalarla en etkili iletişimi kurabilmek için kültürel yeterliliği geliştirmeye odaklanılmalıdır. En doğru bakımı verirken, hastanın karakterini, inançlarını, değerlerini sorgulamalı o şekilde bakıma katmalıyız. Yine kültüre de bağlı olarak, dil, gelir düzeyi, okuryazarlık, aksanlı konuşma, lehçe kullanımı ve meslek gibi bakımı zorlaştıran hatta engelleyen durumlarla karşılaşmak da olağandır.
Beyza Sümeyye Aktepe
Biruni Üniversitesi Hemşirelik Bölümü
2. Sınıf Temsilcisi