BİR MİTOLOJİ ROMANINDAN İSTEDİĞİNİZ HER ŞEYİ BULABİLECEĞİNİZ O KİTAP…
AŞK,HÜZÜN,TANRILAR ,TANRIÇALAR ve SAVAŞ
Uzun süredir iki günde bir kitap bitirdiğim olmamıştı ama bu kitap beni resmen etkisine aldı ve elimden bırakamadım. Bunda mitolojiye ilgim olması ve kavuşamayan aşıkların da rolü epey büyük tabi…Kitabımızın yazarı Madaline Miller kitap için on yıl süren bir çalışma yürütmüş. Peki buna değmiş mi gelin bir de benim düşüncelerime bakalım.
Kitabımız aslında İlyada da yaşanan destanları anlatıyor ancak bir fark var. Olaylara Akhilleus’un biricik sevgilisi Patroklos’un gözünden bakıyoruz.
Hiç mitoloji bilmeyenlerin bile ilgisini çekebilecek tarzda yazılmış bu kitapta asıl konu Akhilleus ve Patroklos aşkı gibi görünse de olaylar o kadar basit değil. En başında Patroklos’un hayat hikayesi, talihsiz bir kaza sonrası prensken bir anda sürgün edilmesi ve Aristos Achaion (yunanların en iyisi) Akhilleusla tanışması anlatılıyor. Bu kısımlarda Patroklos’un kendini değersiz hissedişi ve ailesi tarafından bile sevilmeyen bir çocukluk geçirmiş olması çok içime dokunmuştu.
Akhilleus’un annesi Thetis bir deniz nymphası , babası ölümlü bir tanrı ve kehanete göre Akhilleus yunanların en iyisi ünvanını alacak olan bir savaşçı. Patroklos’un sürgün edildiği yerde prens olan Akhilleus, Patroklosun gözünde her zaman heykel kadar pürüzsüz teni, güneş kadar parlak saçları ve denizler kadar uçsuz bucaksız gözleriyle anlatılıyor. Patroklos’un Akhilleus’a hayranlığıyla beraber içten içe bu kadar kusursuz oluşunu kıskanmasını çok rahat hissedebiliyoruz.
‘’Onu yalnızca dokunarak yalnızca koklayarak bile tanırdım; kör olsam bile nefeslerinden, ayaklarını yere vuruşundan tanırdım. Ölmüş olsam bile, dünyanın sonu gelmiş olsa bile tanırdım onu.’’
İlk 160 sayfa sadece Akhilleus’un ve Patroklos’un hayatı ve anılarıyla geçerken ana karakterlerimiz başlayacak olan Truva savaşı için bir seçim yapmak zorunda kalıyorlar. Akhilleus’un kehanetine göre iki seçeneği var ya savaşmayacak ve sıradan ama uzun bir yaşam sürecek ya da savaşıp şan şöhret sahibi olacak ancak savaş sırasında ölecek. Akhilleus tercihini yapar ve gücünü gösterip hep hatırlanmak ister. Savaşları sevmeyen ve mızrak kullanmakta çok da iyi olmayan can yoldaşı Patroklosla beraber savaş anıları başlar.
‘’Şelalenin yakınında yaşayanların suyun sesini duymadıklarını söylerler. Ben de aynı şekilde Akhilleus’un kaçınılmaz yazgısının kulakları sağır edici uğultusuyla yaşamayı öğrenmiştim.’’
Akhilleus savaşın ilerleyen yıllarında Agammemon ile yaşadıkları tartışma sonrasında günlerce savaşı bırakıp onlarca Yunan askerinin öldürülmesine sessiz kalır. Buna daha fazla dayanamayan Patroklos biricik sevgilisini savaşmaya ikna edemeyince onun zırhları ve mızrağıyla savaşmayı teklif eder.
‘’Bizi gömün ve mezar taşlarına adımızı kazıyın. Bırakın özgür olalım.’’
Yazarımız sade ve akıcı bir dil kullanırken bile okuyucuyu kendine bağlayan bu kitabında aslında acıyı, kederi ve hatta sevgiyi istediğimiz kadar yüceltmemize izin vermiş. Sonunu bildiğim halde beni ağlatıp bitmesin diye okumaya ara verdiğim bu kitaba on yıl uğraşmakla bizler için en iyisini yapmış diye düşünüyorum ve sözlerimi çok sevdiğim Patroklos’un sözleriyle bitiriyorum…
“Şairlerin de söylediği gibi, o benim ruhumun yarısı.”
Duygu Yozgatlı
Sağlık Bilimleri Üniversitesi Gülhane Ebelik 3.sınıf